15 Ocak 2007 Pazartesi

İstanbul Dedikleri...

Editörlerden...

“Ulema, cühela ve ehli dubara; ehli namus, ehli işret ve erbab-ı livata rivayet ve ilan, hikâyet ve beyan etmişlerdir ki kun-ı Kâinattan 7079 yıl, İsa Mesih’ten 1681 ve Hicretten dahi 1092 yıl sonra, adına Konstantiniye derler tarrâkası meşhur bir kent vardır.”

İstanbul’u mekân edinen şiirsel kitaplardan biri, üstat İhsan Oktay Anar’ın Puslu Kıtalar Atlası bu latif cümleyle başlar. Şehrin Konstantiniye ismi tıpkı diğer 133 ismi gibi tarih sayfasındaki yerini alıp İstanbul baki kalırken, kentimizin tarrakası, yani gümbürtüsü hiç eksilmedi. Eksileceğe de pek benzemiyor. Ancak yeni bir gümbürtü kopuyor, bu kimilerine göre on iki, kimilerine göre on beş, kimilerine göre de yirmi milyon kişinin ikamet ettiği Şehr-i Azam’da. Hem de bu gürültü şehirden değil şehrin üzerine söylenenlerden kaynaklanıyor.

Bunun ilk ayırdına varanlardan biri Radikal gazetesi yazarlarından Yıldırım Türker’di. 2005’in Ağustosunda Newsweek dergisi şehrimizi “Dünyanın en ‘cool’ şehri” ilan ettiğinde, yazar müstehzi bir şekilde bunu “hayırlara yormamız” gerektiğini söylüyordu. O zaman bu zamandır bu şehre yaftalanan “cool” sıfatı her köşe başında karşımıza çıkmaya başladı. “Bırakın şehir kaotik kalsın” şiarının havada uçuştuğu bu yeni İstanbul temsillerinin hiç de naif bir yaklaşım içermediği aşikâr. Bu yeni söylem aslında yeni bir iktidarın sözcülüğünü yapmakla kalmıyor, bizatihi bu iktidarın günlük imgelememize de yerleşmesini sağlıyor. Bu sayının dosyasında “çarpık bir kent” olmaktan “cool” bir metropole uzanan bu patikanın, İstanbul’u kültürel bir meta, bir “marka” olarak tahayyül etmenin saiklerini sorguluyoruz. Kanımızca üstümüze giydirilmeye çalışılan bu yeni giysinin en trajikomik örneğini Almanya’da açılan bir “İstanbul” sergisinin ses tasarımcılarından biri olan Cevdet Erek’in başına gelenler özetliyor. Burada anlatıp sürprizin tadını kaçırmayalım.

Sayfalarımızın daimi konuklarından Murat Belge bu sefer Asitaneli yazar Orhan Pamuk ile Pamuk’un hayatında derin izler bırakan Nişantaşı’nı konuştu. Belge ve Pamuk hasbıhal ederken, biz de İstanbul Gezi Rehberi ve  İstanbul: Hatıralar ve fiehir kitaplarından ses kayıtları dinler gibiydik. Buradan, iki yazara, Dersaadetli olmanın hakkını ziyadesiyle verdikleri için şükranlarımızı sunalım.

Şehrin liseleri ve dahi liseden muhabbetler seferinin bu sayıdaki durağı Kadıköy Anadolu Lisesi, namı bâki Kadıköy Maarif Koleji idi. Her zaman olduğu gibi lisenin resmi ve gayriresmi tarihine kısa bir yolculuktan sonra, mezunların kendi aralarında yaptıkları keyifli muhabbete kulak kabarttık. Dönemin yıllığını açıp baktığımızda da şair Nilgün Marmara’nın fotoğrafını görüp hüzünlendik. Onu 1987’de, 29 yaşında yitirmiştik. fiehr-i İstanbul’un kayıplarından bahsetmişken, karikatürist Semih Balcıoğlu’nu da unutmayalım. Ekimin son günlerinde yitirdiğimiz ustaya saygı duruşunu da dergimizde bulacaksınız. Aydan Çelik, yazısıyla ustayı anarken, çizimiyle de Sait Faik’in 100. Yaşını kutluyor.

Ne diyelim! İyi ki vardılar, varlar, var olacaklar!

Fark ettiyseniz, İstanbul dergisinin son üç sayısında vücut bulmaya başlayan içeriksel yaklaşım, yayın destek grubundaki arkadaşlarımızın da üretkenlikleriyle giderek yerli yerine oturuyor. Ancak yeni fikirlerle derginin şehrimiz Salaye’ye farklı veçhelerden, farklı üsluplarla yaklaşmasını da ihmal etmemeye çalışıyoruz. Bazı bilgiler net ve keskindir. Bir yazı konusu olmadan bile, buruklukları insana dokunur. Bu sayıda bu tür verileri Ayşe Erek’in seçtiği görsellerle fazla söze hacet bırakmadan, bir görsel iletişim mantığıyla İstanbul’un ormanlarına uygulamaya başladık. Gürcan Öztürk’ün şehri arşınlarken çektiği fotoğrafları da aynı şekilde kullandık. Bu minvalde kafa yürütmeye devam edeceğiz. Her türlü fikre, görsel malzemeye açık olduğumuzu da belirtmeden geçmeyelim.

Küresel ısınmanın gölgesinin vurmaya başladığı şehrimiz Kanturiye’de henüz kışın isine, pusuna, karına, çamuruna pek şahit olmadığımız günler yaşıyoruz. Kör ölür badem gözlü olur derler ya, meğer insan çamuru bile özlermiş. Orhan Pamuk’un layıkıyla taçlandırdığı şehrimiz Urbis Imperiosum’a özgü hüzün, değişen iklimle beraber yeni bir çehre kazanacak herhalde. Ancak kuvvetle muhtemel, siz bu sayıyı okurken bu değişiklik henüz bu derece kuvveti hissedilmeyecek, Boğazın suları 3,5 metre yükselmiş olmayacak, siz de pencerenden dışarı bakarken birkaç kar tanesi ya da gri bulutlardan fışkıran yağmur damlacıklarını hâlâ yarı hüzün, yarı zevk içeren bir ruh haliyle izleyeceksiniz. O zaman bu hüznü biraz neşe ile takviye etmek için Murat Meriç’in Nino Varon ile yaptığı söyleşiyi öneriyoruz size. Tabii henüz okumamışların, Anar’ın Konstantiniye’sini bir kitapevinden edinip, yazarın şehrinde dolaşma lüksleri de var. Editörün tarrakası bu kadar. İstimboli, Yağfurye, el Faruk, Granduye, Secunda Roma, Licus ve tabii ki İstanbul’dan sevgilerle.    

İstanbul Dergisi