15 Nisan 2007 Pazar

Güvende(mi)yiz!

Editörlerden...

Morde ratesden, Esur tinda serg! Teslarom portog tis ugor anleter,
ferto tagan ugotahenc metoy-doscent zist. Norgunk! UBOR-METENGA

Yukarda yazılan cümlelerin çevirisi şöyleymiş: “Mektubu aldığınız andan itibaren evinizden hiç çıkmamanızı size kesinlikle bildiririz. Sizi uyarırız!” Mektubu gönderen tarikatın adı Ubor Metenga’dır. Oğuz Atay'ın “Korkuyu Beklerken” adlı uzun hikâyesinde kahramanın aldığı mektupta bu satırlar yazar. Doğu dilleri üzerine uzman olan eski bir arkadaşına çözdürdüğü mektupta yazanları okuduktan sonra evine kapanır ve evi bir daha terk etmez. Hem de arada piyangodan para çıkmasına rağmen yapmaz bunu. Hikâyenin sonunda yandaki inşaat çukurundan dolayı evinin çatladığını fark eder. Aldığı mektubun İngilizce’sini yazıp, kim bilir kime göndermeye karar verir.

Bu sıralar hepimiz ya Ubor Metenga tarikatının bir üyesi, ya ondan mektup almış biri gibi, ya da her iki karaktere de bürünerek yaşıyoruz. Güvenliğin, toplumsal ayrışma, kentsel haritadaki dönüşüm, sosyal adaletsizlik, devlete güvensizlik, ulusötesi sermayeleşme gibi çok katmanlı bileşenlerin sonucunda şehrimizin en önemli gündem maddelerinden birini teşkil ettiği ahir zamanlarda, 'nedenlerle sonuçları' karıştırmadan derinlemesine ‘şehrin gözetimi’ meselesine eğilme gereği duyduk. Bunu yaparken de bir ‘sektörel analiz’ yapma mantığından uzak durduk. Mektubumuz, ‘Uborca’ değil, Türkçe. Mektuba karşı nasıl bir tavır takınacağız ise size kalmış. Norgunk!

Tüm dergi sürecinde ele aldığımız dosya konusunun vahameti hepimizi yeterince gerdi. Hatta Ali Demirel’in sloganlaştırdığı “Evlerinizi terk edin!” lafını sıklıkla içimizden tekrarladık. İstihza bir yana, bu şehir gerçekten evimiz ya da onun bir köşesiyse eğer, evdeki sorunları aşmanın yolunun birilerini suçlu olarak yaftalamaktansa ciddi bir ‘aile planlaması' yapmaktan geçtiğini unutmamak lazım. Yoksa aile içi şiddet kaçınılmaz gibi gözüküyor. Erguvan mevsiminde, tefekkürün vakti geldi.

Ez cümle; duvarların, jiletli-dikenli tellerin, kameraların, resmi-özel üniformaların, arama noktalarının çevrelediği ‘korku coğrafyası’nda, ne zaman mağdur ne zaman suçlu olacağımızı bilmeden yaşıyoruz. İnsanoğlu, eliyle ve zihniyle yarattığı bacalı-bacasız ‘korkuluk’lardan hem gezegene hem de kendine kara bir gelecek kusup duruyor. Baştan aşağı korunalım derken, baştan aşağı paranoya-nefret-yabancılaşma ve egoizm üretip duruyoruz.

Bu sayıda ‘özel’ bir teşekkür pek bir elzem: TESEV’den arkadaşımız Volkan Aytar’a güvenlik dosyasını hazırlarken bizden esirgemediği rehberlik ve zihin açıcılık için kendisine ziyadesiyle minnettarız.

HRANT’SIZ ÜLKE, YARALI ÜLKE

Hrant Dink’siz geçirdiğimiz aylar çoğaldıkça, İstanbul’daki ‘öksüzlük’ halleri de iyiden iyiye can sıkıyor. Cenazesinde de parçası olduğumuz binlerce ‘vicdan’, onca sarsıntıdan, onca felaketten ve onca yıldan sonra komşusunu-dostunu-kardeşini nasıl layıkıyla ‘bu toprakların en dibine’ uğurlar, onu gösterdi... Bu şehir, bu ülke ve biz çok değerli bir kardeşimizi kaybettik; onun gidişiyle birlikte, belki daha da fazla ‘korktuk’, ‘ürktük’, ‘yıldık’, ‘küstük’. Üstüne  bir de Malatya’dan gelen vahşet haberi eklendiğinde görüldü ki tüm melanete, rezalete ve karanlığa ‘inat’ İstanbul’da, Türkiye’de dimdik durmak gerekiyor ki, daha çok su damlası rahat rahat bulabilsin ‘çatlakları’nı…

Biz de bu sayımızda, Hrant’ı, dostlarımızın, komşularımızın anılarında, sokaklarında, koridorlarında ve sofralarında anıyoruz; bu vesileyle Özel Getronagan Ermeni Lisesi’ne gidiyoruz, Murat Belge ile birlikte “Sofranız Şen Olsun” adlı enfes anı-yemek kitabının yazarı Takuhi Tovmasyan’ın Yedikule’sine ve hanesine konuk oluyoruz. Ne de iyi yapıyoruz! Her İstanbulluya da komşularını, komşuluklarını hatırlamalarını salık veriyoruz.

DARPHANE-İ AMİRE’YE DÖNÜŞ

İstanbul’u ‘siyasi ve kişisel’ inatlaşmaya alet etmenin, daha doğrusu bu alet ediş hallerinin en acayiplerinden biri de geçen haftalarda yasal olarak Tarih Vakfı’nın kullanımında olan Darphane-i Amire binalarına yapılan müdahaleydi. Neyse ki, tarihi Darphane binalarının, 4. İdare Mahkemesi’nin yürütmeyi durdurma kararına rağmen mühürlenmesi üzerine başlayan hukuk mücadelesi sonucunda 5 Nisan Perşembe günü mühürler söküldü ve binalar Tarih Vakfı’na teslim edildi.

Yani, eskisi gibi Darphane’ye gittiğimiz zaman, ‘mühürden’ geri tepmeyip, vakfın etkinlikleri ile temas etme şansı bulacağız…

Bu sayı geciktik, kusura bakılmasın. Demek ki daha sürdürülebilir bir İstanbul dergisi için, finansal anlamda daha yaratıcı fikirler bulmak gerekiyor.  Daha az ‘korku’lu İstanbul’dan sevgilerle…

İstanbul Dergisi