Bu sayımıza, biraz isteyerek biraz da istemeden rengini veren mevzu “Kentsel Dönüşüm” hadisesi oldu. İstanbul’un her tarafı alelacele “dönüşüyor”. Yıllardır, inşaat yapılamayan/yapılmayan alanlara, adını yeni duymaya başladığımız, adını çok eskiden beri duyduğumuz inşaat firmaları neredeyse tamamı “ticari” işletme veya konut olacak büyük beton blokları konduruyorlar. Kentte, nefes alacak, şöyle yatıp uzanıp muhabbet edecek, üzerinde top koşturacak boş “arsa”lar bırakmamaya ant içilmiş sanki. İçinde “kamu yararı” geçen her türlü cümleden, gelişmeden haberdâr olmayalı ne kadar uzun zaman oluyor! Ne demiştik geçen sayıda; biz bu kenti emanet aldık, tıpkı öncekiler gibi. Emanete de hıyanet etmemek lazım!
İŞLER NANAY!
Yağmur ötelere yağar,
Bizim mahalleyi sel basar
Hıdrellez geldi, geçer,
Soske be burda çora kaldık
Eyüp’te, Balat’ta, Gültepe’de,
So tekara, işler nanay!
Karar vericilerden yüzlerce yıl önce bu kente gelip yerleştiklerine bakılmaksızın, Romanlar, her zaman olduğu gibi, kentsel dönüşümün mağdurları oluverdiler. Hayali “soyluların” yerleştirileceği Osmanlı “tarzı” hayat
için, “dokuz-sekiz ritmli” bir mahallenin -Sulukule’nin- nefesini kesiyorlar.
Peki, bu dönüşüm kentin tarihiyle, sosyal dokusuyla, anlamıyla en önemlisi de insanıyla ne kadar uyumlu? Artık Miami, Manhattan, Champ-Elyesse olacağız derken, İstanbul olmayı unutuyoruz. Yakında “ne bakacak bir tepesi, ne de baktığında görecek bir İstanbul’u kalmayacak” gibi. Velhasıl, yukarıdaki Roman dizelerindeki gibi; Dersaadet’te “işler nanay”!
“Dönüşen” sadece, mahalleler değil; “güncel sanat mekânlarının dönüşümü” hadisesi de, yakın gelecekte sanatçıların tartışma gündeminde olacak gibi gözüküyor.
ADA SAHİLLERİNDE...
Bu sayıda, bir muhabbet bir de söyleşi vesilesiyle hem dünün hem bugünün Büyükadasında hayli zaman geçirmiş olduk. Dergimizin daimi konuğu Murat Belge, doğuştan ve yürekten Büyükadalı Fıstık Ahmet (Tanrıverdi) ile adanın ve adalının tarihine keyifli/hüzünlü bir yolculuk yaptılar. Muhabbetin ve adanın “eksik” yanını ise Atina ziyaretimizde rastladığımız Yanni Valsami’den 1966’da terk etmek zorunda kaldığı “Büyükada”sını dinleyerek kapadık.
Dosya konumuz ise “oteller”: Tarihinden ideolojisine, mimarisinden kentsel dönüşümdeki yerine, oteller-kent ve turizm üçgenine farklı bir şekilde bakmaya çalışırken, beş yıldızlı otellerden bekâr odalarına kadar, kentle kurulan “misafir”lik ilişkisine değindik. Üç mimarın beyin fırtınası vesilesiyle, Gümüşsuyu’nda atıl bir şekilde bekleyen Park Otele dair alternatif üretmeyi de ihmal etmedik.
İstanbul’un suyu, müzeleri, eğlence hayatı, plakçısıyla beraber yazar Jorge Luis Borges’in İstanbul’la olan teması da sayfalarımızın konusu.
Bu sayımızın lisesi de İstanbul (Erkek) Lisesi. Geçmişiyle kente imza atan bu önemli eğitim kurumunun tarihine, bahçesine ve koridorlarına, yine lisenin mezunlarının yardım ve destekleri vesilesiyle girmeye çalıştık.
Bu sayıdan itibaren bir daimi köşemiz daha olacak: Gökhan Akçura “Eskici Defteri” köşesinde, bizim için, İstanbul’un saklı sandıklarından “keyif halleri” çıkaracak. Diğer daimi sayfalarımız ise “Sıraodalar”, “İstanbulca” sözlük ve “Kitabiyat” köşemiz. Ve çizer Aydan Çelik’in köşesi: “Kuşbakışı”…
SON SÖZ YERİNE
Tarih Vakfı kurucularından, İstanbul’un yazarı, Orhan Pamuk Nobel ödülüne layık görüldü. Pamuk’la beraber kentimizin de ödüllendirildiğini düşünüyor ve kutluyoruz.
Biz dergiyi hazırlarken, bir türlü bitmek bilmeyen “boğaza 3. köprü” projesine 2007’de start verileceği haberi yine gündeme geldi. “İki, üç yetmez daha fazla olsun, İstanbul egzoz gazıyla boğulsun” sloganını dillendiren bu “otomobil merkezli” ulaşım politikasına karşı ne desek az! İyisi mi, slogana Beşiktaşlı taraftarların tezahüratı ile cevap verelim: Cem Dizdar www.ntvspor.net’te yazmıştı; maç yolunda Taksim’den füniküler marifeti ile Kabataş’a giderken, Kabataş civarlarında duyduğu tezahürat, halkın toplu ulaşım konusundaki “duyarlılığının” bir göstergesi olsa gerek; füniküler... füniküler... füniküler füüü-nii-küüü-leeer…
Sağlıcakla,
Tan Morgül
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder